HAKSIZ İHTİYATİ TEDBİR KARARININ İCRASI NETİCESİNDE ORTAYA ÇIKAN ZARARA İLİŞKİN TAZMİNAT TALEBİNİN YARGITAY HUKUK GENEL KURULU 2017/1441 ESAS, 2021/1501 KARAR SAYILI İÇTİHADI IŞIĞINDA DEĞERLENDİRİLMESİ

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU 2017/1441 ESAS VE 2021/1501 KARAR SAYILI İÇTİHAT METNİ

  1. Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kahramanmaraş 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
  2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
  3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
  4. YARGILAMA SÜRECİ

Davacılar İstemi:

  1. Davacılar vekili dava dilekçesinde; davalı … Hazinesi tarafından müvekkilleri aleyhine Pazarcık Asliye Hukuk Mahkemesinde iki ayrı dava açılarak 11.468.650,00TL ile 1.083.951,00TL tutarındaki alacaklarının tahsilinin istenildiğini, mahkemece müvekkillerinin tüm mal varlıklarına tensiple ihtiyati tedbir konulduğunu ve davaların birleştirildiğini, yapılan yargılama sonunda ise her iki davanın reddine karar verildiğini, ancak haksız ihtiyati tedbir nedeniyle müvekkillerinin toplam 25.000.000,00TL‘den fazla zararlarının oluştuğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla şimdilik 150.000,00TL maddi ve 40.000,00TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek ticarî faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

  1. Davalı vekili cevap dilekçesinde; Pazarcık Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/493 E. sayılı dosyasında davacılara ait bir kaç araca tedbir konulduğunu, tedbir konulduğu tarihte şirketlerin banka hesaplarında para olmadığını ve gayrimenkullerinin de bulunmadığını, tedbir konulan araçların davacılar tarafından kullanılmaya devam edildiğini, bu nedenle davacıların uygulanan ihtiyati tedbir kararı ile ticarî faaliyetlerinin durduğunu ispat edemediklerini, ticaret sicil kayıtlarının incelenmesi sonucunda bu durumun ortaya çıkacağını, davacıların iddia ettikleri zararlarının oluşmadığını ve istenilen tazminat miktarlarının fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

  1. Kahramanmaraş 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.04.2013 tarihli ve 2011/695 E., 2013/269 K. sayılı kararı ile; davacı şirketlerin banka hesapları ile araçlarına 2006 yılında tedbir konulduğu, tedbir nedeniyle satış yapamadıkları, davacılara ait kumun zaman içinde telef olduğu, banka hesaplarına konulan ihtiyati tedbir ile şirketlerin uğradıkları zararlar arasında illiyet bağının bulunduğu, alınan bilirkişi raporlarında şirketlerin toplam gelirinden toplam pazarlama, satış ve genel yönetim giderleri ile devlete verilmesi gereken toplam vergiler düşüldükten sonra her iki şirkete ait kum bedelinin toplam değerinin 2006 yılı itibariyle 23.250.772,19TL olduğunun bildirildiği, ancak zararın oluşumunda davacı şirketlerin de kusurlu olduğu gerekçesiyle takdiren %50 oranında indirim yapılarak 11.625.000TL maddi tazminatın davalıdan tahsiline, davacıların şirket olması ve zararın oluşmasında kusurlarının bulunması nedeniyle manevi tazminat istemlerinin reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

  1. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
  2. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 10.06.2014 tarihli ve 2013/14439 E., 2014/9607 K. sayılı kararı ile;

“…Dosya kapsamından davacının, davalı şirketlere karşı alacak davasında ihtiyati tedbir kararı istediği, tensiben davacı şirketler adına kayıtlı araçların kaydına ihtiyati tedbir konulmasına karar verildiği, yine davacı şirketlere ait tapu kayıtlarının ve banka hesaplarının istendiği, yazı cevapları geldiğinde de ihtiyati tedbir hususunun değerlendirilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Bu karar üzerine davacı şirketlere ait …, … ve…plaka sayılı araçlara 27/07/2006 tarihinde kayden ihtiyati tedbir konulduğu, … plaka sayılı araca konulan tedbirin ise 26/09/2006 tarihinde kaldırıldığı anlaşılmaktadır.

İlgili tapu sicil müdürlüklerine yazılan müzekkere cevaplarından davacı şirketlere ait taşınmaz kaydı bulunmadığı, ilgili tüm bankalardan gelen cevaplarda davacı şirketlere ait hesapların bulunduğu ancak mevduat bulunmadığından tapu kayıtlarına ve hesaplara ihtiyati tedbir kararı verilmediği anlaşılmaktadır. Ayrıca davacı şirketlerin kum ocağı işlettikleri, ancak işletmeye ait ruhsatlarını alacak davasının açıldığı ve ihtiyati tedbir kararının konulduğu tarihlerde zaten (29/03/2005-22/05/2008 tarihleri arası) Saraylı Madencilik A.Ş.’ye devretmiş oldukları anlaşılmaktadır.

Dosyada dinlenen tanık beyanlarından ise davacı şirketlerin belirli bir süre stoklarında bulunan kumu satmaya devam ettikleri anlaşılmaktadır. Davacı şirketlerin stoklarında bulunan kum ile ilgili herhangi bir ihtiyati tedbir kararı da bulunmamaktadır.

Dava, haksız ihtiyati tedbir uygulamasından kaynaklanmaktadır. Kural olarak, haksız ihtiyati tedbirden doğan sorumluluk kusura dayanmamaktadır. Eylem ile zararlı sonuç arasında uygun nedensellik bağının bulunması, tazminat sorumluluğu için gerekli ve yeterlidir. Somut olayda, davacı şirketlerin istediği zarar ile uygulanan ihtiyati tedbir kararı arasında illiyet bağı bulunmamaktadır. Mahkemece, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçe ile istemin kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

  1. Kahramanmaraş 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 08.10.2015 tarihli ve 2015/655 E., 2015/644 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi genişletilerek direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

  1. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
  2. UYUŞMAZLIK
  3. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davacı şirketlerin talep ettiği zarar ile uygulanan ihtiyati tedbir kararı arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalının davacı şirketlerin uğradığı zararlardan sorumlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

  1. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
  2. Dava sırasında davalının dava konusunu başkasını devretmesi mümkün olduğundan, davacının davayı kazanması hâlinde dava konusu şeye (mala) kavuşması tehlikeye girebilir. İşte, davacının davayı kazanması hâlinde dava konusuna kavuşmasını, dava sırasında (hatta davadan bile önce) güvence altına almaya yarayan geçici hukukî korumaya ihtiyati tedbir adı verilir (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s. 582).
  3. Başka bir deyişle ihtiyati tedbir, kesin hükme kadar devam eden yargılama boyunca, davacı veya davalının dava konusu ile ilgili olarak hukukî durumunda meydana gelebilecek zararlara karşı öngörülmüş, geçici nitelikte, geniş veya sınırlı olabilen hukukî korumadır. (Pekcanıtez, Hakan/ Atalay, Oğuz/ Özekes, Muhammet: Medenî Usûl Hukuku, Ankara 2011, s. 661).
  4. İhtiyati tedbir, dava konusu tedbirlerin konulduğu tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeler Kanunu’nun (HUMK) 101., yargılama devam ederken yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ise (HMK) 389. maddelerinde düzenlenmiştir.
  5. Hukuk Usulü Muhakemeler Kanunu’nun 101. maddesinde;

“Hakim iki taraftan birinin talebiyle davanın ikamesinden evvel veya sonra aşağıda gösterilen hal ve şekillerde ihtiyati tedbirler ittihazına karar verebilir:

1-Menkul ve gayrimenkul malların ayni münazaalı ise bunun haciz veya yeddiadle tevdiine,

2-Münazaalı şeyin muhafazası için lazımgelen her türlü tedbirlerin ittihazına,

3-Kanunu Medeni ile muayyen hallerde nafaka alınmasına,

4-Ayrılık veya boşanma davası üzerine Kanunu Medeni mucibince icap eden muvakkat tedbirlerin ittihazına” şeklindedir.

  1. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 389. maddesinde ise;

“Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir” düzenlemesi mevcuttur.

  1. Görüldüğü üzere 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeler Kanunu’nda ihtiyati tedbir müessesinin tanımına ve şartlarına yer verilmemişken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunda ihtiyati tedbir kavramının tanımı ve şartları açıkça ortaya konulmuştur.
  2. Bununla birlikte, tedbirin uygulanması sonucu karşı tarafın veya üçüncü kişilerin zarar görmesi mümkündür. Nitekim bu sebeple tedbire karar verilirken talepte bulunandan teminat alınması öngörülmüştür (HUMK m. 110, HMK m. 392).
  3. Tedbir talep eden tarafın bu talebinde haksız olduğu anlaşılırsa, bu tedbirden zarar görenler talepte bulunana karşı tazminat davası açabilirler. Buradaki sorumluluk kusursuz sorumluluk olmakla birlikte, fedakârlığın denkleştirilmesi çerçevesinde değerlendirilmelidir. Kusursuz sorumluluk olması sebebiyle tedbir talep edenin dava sonucu haksız çıkması ve tedbirden dolayı bir zararın olması yeterlidir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 672).
  4. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda haksız ihtiyati tedbirden dolayı açılacak tazminat davası açıkça düzenlenmediğinden, haksız fiil hakkındaki hükümlere göre dava açılmakta idi. Haksız olarak ihtiyati tedbir koydurmuş olan tarafın sorumluluğu haksız fiil sorumluluğuna çok benzediği için tazminat davasının şartları haksız fiil hükümlerine tâbidir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes,s. 672, Kuru/Arslan,/Yılmaz,s 589).
  5. Bununla birlikte yargılama sırasında yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Tazminat” başlıklı 399. maddesinde ise ;

“(1) Lehine ihtiyati tedbir kararı verilen taraf, ihtiyati tedbir talebinde bulunduğu anda haksız olduğu anlaşılır yahut tedbir kararı kendiliğinden kalkar ya da itiraz üzerine kaldırılır ise haksız ihtiyati tedbir nedeniyle uğranılan zararı tazminle yükümlüdür.

(2) Haksız ihtiyati tedbirden kaynaklanan tazminat davası, esas hakkındaki davanın karara bağlandığı mahkemede açılır.

(3) Tazminat davası açma hakkı, hükmün kesinleşmesinden veya ihtiyati tedbir kararının kalkmasından itibaren, bir yıl geçmesiyle zamanaşımına uğrar.” hükümleri yer almaktadır.

  1. Bu açıklamalar göre haksız ihtiyati tedbirden dolayı maddi tazminat davası açılabilmesinin şartları; icra edilmiş bir tedbir kararının bulunması, bu tedbirin haksız olması, tedbir sebebiyle zarar meydana gelmesi ve haksız ihtiyati tedbirle ortaya çıkan zarar arasında uygun illiyet bağının bulunmasıdır. Maddi tazminat isteklerinde, manevi tazminat isteklerinden farklı olarak haksız ihtiyati tedbirden dolayı ihtiyati tedbir koyduran tarafın kusursuz sorumluluğu kabul edilmiştir. Yani icra edilmiş olan ihtiyati tedbirin haksız olması ve bir zarara neden olmuş olması sorumluluk için yeterlidir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 672-673).
  2. Diğer yandan, haksız ihtiyati tedbir sebebiyle tazmini gereken zarar gerçek zarardır. Gerçek zarar, zarar verici eylem olmasaydı zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idi ise o durumun yeniden tesisi için gerekli olan miktar kadardır. Zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı da oluşabilecek zararlar gerçek zarar kapsamında değerlendirilemez ve bu sebeple tazminleri istenemez. Çünkü anılan zararlar ile zararlandırıcı eylem arasında kanunun aradığı anlamda bir illiyet bağı mevcut değildir.
  3. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler kapsamında somut olay incelendiğinde; davacılar vekili tarafından dava dilekçesinde ve aşamalarda sunulan dilekçeler ile davalı … tarafından açılan dava sırasında müvekkili şirketlere ait tüm mal varlıkları ve özellikle araçları ile banka kayıtları üzerine ihtiyati tedbir konulması nedeniyle şirketlerin stoklarında bulunan yüksek maliyetli kum malzemesinin satılamadığı, ticarî işlemlerini banka ve özel finans kurumları aracılığıyla yapması gereken şirketlerin ticarî faaliyetlerinin durduğu, stoklarda uzun süre bekletilen kum malzemesinin ise tabiat şartları nedeniyle kullanılamaz duruma geldiği ileri sürülerek, haksız ihtiyati tedbir sonucu oluşan zararın giderilmesi talep edilmiştir. Davacı tanıkları da istifleme sahası içerisindeki malzemenin zaman içerisinde zeminde telef olduğunu beyan etmişlerdir.
  4. Mahkemece yapılan keşif sonucunda şirketlere ait depo yerlerinde 2006 yılı itibariyle toplamda yaklaşık 813.000 metreküp malzeme olacağı sonucuna varılarak, tedbir tarihi ile keşif tarihi arasında geçen zaman içinde doğa şartları nedeniyle ince kumun kaybolduğu, keşif tarihinde zeminde ekonomik değeri bulunmayan iri taneli tüvenan malzemenin kaldığı tespit edilerek, bilirkişi heyeti tarafından her iki şirkete ait kum malzemesinin toplam tutarı tüm giderler düşüldükten sonra 23.250.772,19TL olarak hesaplanmıştır. Yerel mahkeme tarafından da Hazinenin açtığı dava ve buna bağlı olarak şirketlerin banka hesapları üzerine konulan tedbir ve uygulama sonucunda mevcut kum tüvenan malzemenin satılamadığı, doğa şartları nedeniyle heba olduğu, doğan zarar ile ihtiyati tedbir arasında illiyet bağı kurulduğu gerekçesiyle maddi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
  5. Her ne kadar mahkemece davacı şirketlerin banka hesapları üzerine işlenen ihtiyati tedbir kararı nedeniyle zararın oluştuğu kabul edilmiş ise de Hazine tarafında açılan dava sırasında sadece davacı şirketlere ait bir kısım araçların trafik kayıtları üzerine üçüncü kişilere devir ve temliklerinin önlenmesi bakımından tedbir konulmuş olup, banka kayıtları bakımından verilen bir tedbir kararı bulunmamaktadır. Trafik kayıtları üzerine konulan ihtiyati tedbirin ise araçların davacı şirketler tarafından kullanılmasına engel teşkil edecek nitelikte olmadığı açıktır. Banka kayıtları bakımından verilen bir ihtiyati tedbir kararı olmadığından şirketlerin banka ya da özel finans kuruluşları aracılığıyla ticarî işlemleri yapmasına engel bir durum olduğu söylenemez. Kaldı ki, davacı şirketlerin stoklarında bulunan kum tüvenan malzemenin satışını engelleyecek bir ihtiyati tedbir kararının varlığı da söz konusu değildir.
  6. Açıklanan bu duruma göre davacı şirketler, ihtiyati tedbir sebebiyle gerçek bir zarara uğradıklarını kanıtlayamamıştır. Eş söyleyişle; davacı şirketlerin, kumların telef olması sebebiyle uğradıklarını iddia ettikleri zarar ile mevcut ihtiyati tedbir kararı arasında kanunun aradığı manada uygun illiyet bağının bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
  7. Bu durumda, maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, kısmen kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olduğundan direnme kararı yerinde değildir.
  8. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
  9. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
  10. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle; Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen geçici 3. maddeye göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.11.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

 

KARARA KONU OLAYIN ÖZETİ

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında özetle; davacının, ihtiyati tedbir talep edilen davada verilen tedbir kararı ile uğradığı maddi ve manevi zararı talep ettiği, yerel mahkemece verilen davanın kısmen kabulüne dair kararın Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından bozularak yerel mahkemeye gönderildiği, ve ilk derece mahkemesince gerekçe genişletilerek verilen direnme kararının yerinde olmadığına kanaat getirilmiştir. Talep edilen zarar ile uygun illiyet bağı bulunup bulunmadığı hususu incelenerek yerel mahkemenin direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir.

 

MERCİİ KARARLARI

  • YEREL MAHKEME KARARI

Kahramanmaraş 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12.04.2013 tarihli ve 2011/695 Esas, 2013/269 Karar sayılı ilamı ile davacının, haksız ihtiyati tedbir kararının uygulandığı davada haklı görülmesi sonucunda ihtiyati tedbirden kaynaklanan bir zararın bulunduğu, bu zarara ilişkin illiyet bağının varlığına kanaat getirildiği ancak oluşan zararda davacının da kusurlu olması gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

  • YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ KARARI

Davalı tarafından ilk derece mahkemesi kararının temyiz edilmesi sonucunda dosya temyiz incelemesi geçirmiş ve Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 10.06.2014 tarihli, 2013/14439 Esas, 2014/9607 Karar sayılı ilamı ile haksız ihtiyati tedbirden kaynaklanan tazminat sorumluluğunun kusur ile doğacağı, bu kusur ile oluşan zarar arasında uygun illiyet bağı bulunması gerektiği ancak somut olayda davacının uğradığı zarar ile ihtiyati tedbir kararı arasında illiyet bağı bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

  • YEREL MAHKEMENİN DİRENME KARARI

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin bozma kararına istinaden ilk derece mahkemesi gerekçesini genişleterek ilk kararında direnme kararı vermiştir.

  • YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI

Yerel mahkemesinin, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin bozma kararına karşı direnmesi akabinde dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne gelmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ise davacıların zarara uğramalarına dair sebepleri kanıtlayamadığı, davacı tarafın uğradığı zarar ile haksız ihtiyati tedbir kararı arasındaki  kanunun aradığı manada nedensellik bağı bulunmadığı ve bu nedenle ihtiyati tedbir kararı neticesinde uğranıldığı iddia edilen zarara ilişkin tazminat taleplerinin reddedilmesi gerektiği belirtilerek ilk derece mahkemesi direnme kararının usul ve yasaya aykırı olduğuna ve direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir.

UYUŞMAZLIK KONUSU TESPİTİ

Uyuşmazlığın çıkış noktası davacı tarafından talep edilen zararın, haksız ihtiyati tedbir kararından kaynaklandığına dair uygun illiyet bağı varlığının tespit edilmesinden kaynaklanmaktadır.

KONUNUN İNCELENMESİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ

Hukuk Genel Kurulu kararında da belirtildiği üzere haksız ihtiyati tedbire ilişkin tazminat talebi şartları dört unsurdan oluşmaktadır. Belirtmek gerekir ki; haksız fiil hükümleriyle benzerlik gösteren bu unsurlar, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeler Kanunu ile ayrı şekilde hüküm altına alınmıştır. Anılan tazminat talebine ilişkin olarak 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeler Kanunu içerisinde ayrıca düzenlemesi bulunmamaktaydı. Bu süreçte haksız fiil hükümleri uyarınca davalar açılmaktaydı. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 399. maddesinde;

“(1) Lehine ihtiyati tedbir kararı verilen taraf, ihtiyati tedbir talebinde bulunduğu anda haksız olduğu anlaşılır yahut tedbir kararı kendiliğinden kalkar ya da itiraz üzerine kaldırılır ise haksız ihtiyati tedbir nedeniyle uğranılan zararı tazminle yükümlüdür.

(2) Haksız ihtiyati tedbirden kaynaklanan tazminat davası, esas hakkındaki davanın karara bağlandığı mahkemede açılır.

(3) Tazminat davası açma hakkı, hükmün kesinleşmesinden veya ihtiyati tedbir kararının kalkmasından itibaren, bir yıl geçmesiyle zamanaşımına uğrar.” şeklinde düzenlenerek kanun hükmü ile şartları sabit hale gelmiştir. Haksız ihtiyati tedbir uygulaması nedeniyle uğranılan zarara ilişkin tazminat taleplerinin dört şartı yerine getirmesi gerekmektedir. Bunlar; ihtiyati tedbir kararının icra edilmesi, ihtiyati tedbir uygulamasının haksız olması, tedbir uygulanan tarafın zarara uğraması ve uğranan zarar ile haksız ihtiyati tedbir uygulaması arasında uygun illiyet bağının bulunmasıdır.

  • HAKSIZ BİR İHTİYATİ TEDBİR KARARININ VARLIĞI VE İCRASI BAKIMINDAN

İhtiyati tedbir uygulamasının haksız olup olmadığı hususu esas hakkında verilen hükme göre belirlenmiş olur. Yapılan yargılama neticesinde, ihtiyati tedbir talep eden tarafın haksız görülmesi ve davasının reddedilmesi, ihtiyati tedbir talebinin haksız olduğuna karine teşkil eder. Bu nedenle ihtiyati tedbir talep eden tarafın ikame ettiği davada esas hakkında yargılama yapılıp, yerel mahkeme hükmü kesinleşmeden ihtiyati tedbir talebinin haksız olma hususu ile ilgili herhangi bir neticeye varılamayacaktır.[1] Burada esas hakkında açılmış davanın kısmen kabul edilmiş olması ihtiyati tedbir kararının haksız olduğunu gösterir mi sorusunu aydınlatmak gerekir ise, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi vermiş olduğu 20.6.1983 tarihli kararında; “…Davalıların ihtiyati tedbir kararı aldıktan sonra davacılar aleyhine açılan davada davanın kısmen kabulüne karar verilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. O halde davalılar, açtıkları davada haksız çıkmamışlardır. Davanın kısmen kabul edilmiş olması, bir bölüm isteğin reddedilmiş bulunması davanın ve ihtiyati tedbir kararının haksız olduğunu göstermez. Koşulları gerçekleşmemiş olan davanın reddi gerekirken…” diyerek, davanın kısmen kabulü durumunda ihtiyati tedbirin haksız yerine konulmamış olduğu sonucuna varmıştır. Ancak öğretide ihtiyati tedbir talep edenin esas davada kısmi haksız bulunduğu kısım açısından sorumlu tutulması gerektiği savunulmaktadır.[2] Kanaatimiz de öğreti ile aynı yönde olup, esas davanın kısmen kabul edilmesi halinde talep edilen hukuki menfaati aşacak kısmın haksız görülmesi ve kısmen reddine karar verilen talep doğrultusunda zarar hesaplanması yapılmalıdır. Somut olayda ise davacı taraf aleyhine ihtiyati tedbir kararına hükmedilen asıl davanın reddedildiğinden bahisle ihtiyati tedbir kararının icra edilmesinde ve haksız olduğu hususlarında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

  • GERÇEK ZARAR KAVRAMI BAKIMINDAN

İncelenen kararda, haksız ihtiyati tedbir kararı ile uğranılan zararın “gerçek zarar” olarak kabul edilmesi gerektiğine yer verilmiştir. Zarar, talep eden tarafın mal varlığında iradesi dışında meydana gelen eksilmedir. Diğer bir tanımla, zarar, mal varlığının zarara yol açan fiil gerçekleşmemiş olsaydı bulunacağı konum ile fiilin gerçekleşmesi nedeniyle geldiği hal arasındaki farktır. Bu nedenle zarar, mal varlığının azalmasıyla ileri gelebileceği gibi mahrum kalınan kazanç yönünden yahut pasifin yükselmesinden de kaynaklanabilir.[3] Gerçek zarar, zarar doğurucu eylemin zarar görenin mal varlığındaki etkisine göre hesaplanacaktır. Burada eğer ihtiyati tedbir kararı verilmeseydi, tarafın mal varlığı talep gününde ne durumda olacağına yönelik olarak zararın tazmini hususu irdelenecektir. Nitekim menfaat dengeleri gözetilerek haksız ihtiyati tedbir kararının bir zenginleşme aracı olarak görülmemesinin amaçlanması hakkaniyete uygun olacaktır. Dava konusu zarar açısından bakıldığında ise burada bir telefin söz konusu olduğu, zaman ve depolama şartları nedeniyle ürünlerde azalma ve kullanılmaz hale gelme durumlarının oluştuğu açıktır. Burada taraflar arasında zararın varlığı açısından herhangi bir uyuşmazlık bulunmuyor ise de zarara sebep olan olaylar bakımından incelemelere aşağıda yer verilecektir.

 

  • KUSURSUZ SORUMLULUK BAKIMINDAN

Haksız ihtiyati tedbirden kaynaklanan tazminat isteminde, ihtiyati tedbir talebinde bulunan tarafın kusursuz sorumluluğu bulunduğu kabul edilir. Bu husus 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeler Kanunu yürürlükte iken de içtihatlarda kabul gördüğü gibi Yargıtay 7. Hukuk Dairesi’nin 2008/1996 Esas, 2008/3247 Karar sayılı ilamında Kural olarak giderim borcunun doğumu için kusur aranmamaktadır. Gerçekten bu konuda öğretide, uygulamada ve yargısal inançlarda görüş birliği vardır. Diğer bir deyişle haksız ihtiyati tedbir nedeniyle uğranılan zararların gideriminde kusursuz sorumluluk esası kabul edilmiştir. İhtiyati tedbir kararı alan kişinin sorumluluğuna hükmedilebilmesi için ihtiyati tedbir kararının uygulanmış olması, ihtiyati tedbir kararının haksızlığının belirlenmesi, zarar ile ihtiyati tedbir kararının uygulanması arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekir. İhtiyati tedbir kararının haksızlığının kabul edilebilmesi için açılan davanın esası yönünden hüküm verilmesi zorunlu olmayıp davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi dahi tedbirin kalkması sonucunu doğuracağından ihtiyati tedbir kararının haksız sayılması için yeterlidir.” Denilmiştir. Anılan içtihatta da bahsedildiği gibi haksız ihtiyati tedbir talebi doğrultusunda zarara uğranılmasını tazminat talep etme hakkı için yeterli bulunmaktaydı. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girdikten sonra ise bu husustaki görüşte herhangi bir değişiklik olmamış, kusur hususunun varlığı aranmamış ve “ihtiyati tedbir talebinde bulunmak” eylemi neticesinde gerçekleşen haksızlık ve zarara ilişkin nedensellik unsurları ile sorumluluğa dair şartın varlığı kabul edilmiştir.[4] Somut olayda kusursuz sorumluluk noktasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmamış ve ihtiyati tedbir talebinin haksızlığı kesin olarak sübuta ermiş olan tarafın oluşan zarardan sorumlu olacağı hususunda öğreti ve içtihatlar arasında görüş birliği sağlanmıştır.

  • UYGUN İLLİYET BAĞI KAVRAMI BAKIMINDAN

 

Uygun illiyet bağı, olayların olağan akışına ve yaşam tecrübesine göre, sebebin, meydana gelen sonucu ortaya çıkarmaya elverişli olması olarak tanımlanabilir. Uygun illiyet bağı, sorumluluğu, zarar veren bakımından öngörülebilir risklerle sınırlamaktadır.[5] İlliyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin kendi kusuru yahut üçüncü kişinin kusuru nedeniyle kesilebilir. Uygun illiyet bağı yoksa veya illiyet bağı kesilmişse haksız yere ihtiyati tedbir kararı aldıran veya uygulatan taraf sorumlu tutulamayacaktır. Bu açıklama ile örneğin zarar, ihtiyati tedbir talep eden tarafın değil, yedieminin eyleminden kaynaklanmış ise illiyet bağı kesilmiştir.[6] Aleyhine ihtiyati tedbir kararı verilen tarafın mal varlığında ortaya çıkan zarar, yargılama safhasında verilen haksız ihtiyati tedbir kararı ile illiyet bağı içerisinde değilse açılan dava bakımından da sorumluluk ortaya çıkmayacaktır. Kaldı ki; zararın tespiti kadar önemli olan illiyet bağı haksız ihtiyati tedbir kararının ortaya çıkardığı iddia edilen zararın kapsamını da belirleyecektir.[7] Hukuk Genel Kurulu kararında ise, davacı tarafın uğradığı zarar ile haksız ihtiyati tedbir kararı icrası arasında uygun illiyet bağı kurulmadığı sonucuna varılmıştır. Yine somut olayda her ne kadar davacı taraf haksız ihtiyati tedbir kararının icrası neticesinde zarara uğradığından bahisle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuş ise de trafik kayıtları üzerine konulan tedbirin aracın kullanımına engel olmayacağı ve depolara mevcut ürünlerin sevkiyatının sağlanabileceği, bu nedenle ürünlerin depolarda telef olmasından doğan zararın davalıya atfedilemeyeceğine karar verilmiştir. Dosya içerisinde banka kayıtları hakkında ise verilen herhangi bir ihtiyati tedbir kararına da rastlanılmadığına değinilmiştir. Bu nedenle gerçek bir zarara uğranıldığının ispat edilememesi gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin direnme kararının bozulmasına hükmedilmiştir. Somut olayda, zarar ile haksız ihtiyati tedbir kararının icrası arasında uygun illiyet bağı görülmemesi nedeniyle tazminat talepleri reddedilmiştir. Kanaatimizce bu yaklaşım doğru ise de, burada tacir davacının araç kayıtları üzerine konulan temlik ve üçüncü kişilere devri yasaklayan bir tedbirin konulmasından kaynaklı olarak aracı değerine uygun şekilde satımının sağlanamaması ve araç üzerine ipotek tesis ederek belli bir meblağ sermayeye erişilememesi nedeniyle zarara uğranacağı hususlarının da incelenebileceğini düşünmekteyiz. Dava konusu bir hakkın ileri sürülmesinde, bu hakkın ortaya çıkmasına neden olan vakıaların da ileri sürülmesi gerekmektedir. Davacının talep sonucunu ortaya koyan vakıaların tespiti hususunda yanılgılı bir değerlendirmeye düşmesi neticesinde elde edilmek istenen hakka ulaşılmasına engel olduğu düşüncesindeyiz. Belirtmek gerekir ki; somut olayda davacı tarafın haksız ihtiyati tedbir kararının icrası sonucunda uğradığı zararın tespit edilmesinde ileri sürülen vakıaların eksik ve yanılgılı şekilde ileri sürüldüğü ve dava sonucuna yön verdiği kanaatindeyiz. 20.11.2023

[1]…İhtiyati tedbir kararı alınmasından doğan zarar kusursuz sorumluluk esaslarınca ödetilmesi gereken bir zarar olmakla beraber, sorumluluk için tedbir kararı alan kişinin sonuçta açılan davada haksız çıkması gerekir. Oysa açılan ve taraflar arasında cereyan eden dava henüz sonuçlanmış ve aynı ihtilafı çözümlenmiş değildir. Bu durumda ihtiyati tedbir kararı alan davalın haklı ya da haksız olduğundan söz etme olanağı yoktur. O halde mahkemece yapılacak iş, men’i müdahale davasının sonucunun beklenip, davalının tedbir kararı almakta haklı olup olmadığının ve dolayısıyle tazminatla yükümlü bulunup bulunmadığının tespitinden ibarettir…” (4. HD 27.11.1974, 4426/16288)

[2] Dr. Cenk AKİL, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda Haksız İhtiyati Tedbir Nedeniyle Açılan Tazminat Davası, Ankara Barosu Dergisi, 2013/ 3, s. 177

[3] Kemal Oğuzman / M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 9. B., İstanbul 2012, C. 2, s. 37; Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 14. B., İstanbul 2012, s. 520; Ahmet Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 16. B., Ankara 2012, s. 291.

[4] Bkz. Yargıtay HGK 2014/289 E. , 2016/163 K. “Geniş anlamıyla sorumluluk kavramı, bir kişinin başka bir kişiye verdiği zararları giderme yükümlülüğü olarak açıklanmıştır. Hukuki anlamda sorumluluk ise, taraflar arasındaki borç ilişkisinin zedelenmesi sonucu doğan zararların giderilmesi (tazmin edilmesi) yükümlülüğünü içerir. Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzayan bir yol izlenmiştir. Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan Haluk, Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara 1967, s.89). Bu sorumlulukta kusur, sorumluluğun öğesidir (…, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.6, İstanbul 1998, s:554). Sorumluluk, için mutlaka kusurun aranması bazı hâllerde modern tekniğin ve makineleşmenin icaplarına yabancı düşmektedir. Bu sebeple hukukun, esas prensibi olan kusur sorumluluğu yer yer zayıflamış hatta bazı hâllerde tamamen ortadan kalkarak yerini kusursuz sorumluluğa terk etmiştir. Teknik ilerlemeler ve ona bağlı olan tehlikelerin artması karşısında, kusura dayanan subjektif sorumluluk artık, yalnız başına, zarar görenlere etkili bir koruma sağlamaya elverişsiz ve dolayısıyla adaleti gerçekleştirmek bakımından yetersiz kalmıştır. Kusur yoksa sorumlulukta ortaya çıkmaz görüşü artık geçerliliğini kaybetmiştir. Objektif ihtimam vazifesinin ihlâli mülâhazası gereğince; bir şeye veya şahsa karşı kendisine, kanunî bir ihtimam vazifesi yükletilen kimse, bu vazifeyi kusuru olmaksızın yerine getirmese dahi, bu yüzden doğan zarardan mesul olmalıdır. Kusura dayanmayan sorumlulukta; sorumluluğu doğuran olay, zarar ve zararla söz konusu olay arasında bir illiyet bağı bulunması sorumluluğu doğurmak için yeterlidir (Tandoğan Halûk, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, Ankara 1981, s. 3-10; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Tekinay Borçlar Hukuku, Cilt I, Beşinci Bası, İstanbul 1985, s. 671). Öğretide kusursuz sorumluluk halleri “olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu” gibi ikili ayırıma tabi tutulduğu gibi (Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.3, 1989; Tandoğan Haluk, a.g.e., s.22); “hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu” şeklinde üçlü ayırım yapanlar da vardır (Tekinay /Akman /Burcuoğlu/ Altop, Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, B.7, İstanbul 1993, s:498). Kusursuz sorumluluk, genellikle olumsuz bir biçimde sorumlu kişinin kusurunu gerektirmeyen bir sorumluluk olarak tanımlanır.”

[5] Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2009, s.611, s.617

[6]…Uyuşmazlık kadillak marka arabaya konulan tedbirden doğmuştur. Mülkiyeti uyuşmazlık ve dava konusu olan araç davalı tarafından alınan tedbir kararı ile ve mahkemece bir yed’i adle verilmiş bu işlemler konusunda taraflar arasında uyuşmazlık yoktur. Bu dava ile aracın yediemin elinde bulunduğu sırada hor kullanılması, bakımsızlık gibi nedenlerle harap olmasından doğan zararın ödetilmesi istenmektedir. Bu tür zararın gerçekleşmesinde, davalının tedbir alması eylemi ile illiyet ilişkisi yoktur…” (YHGK 28.4.1976, 4-517/1277: İKİD 1976/187, s. 4713).

[7] Dr. Ramazan Korkmaz, Haksız İhtı̇yatı̂ Tedbı̇rden Kaynaklanan Tazmı̇nat Davasının Normatı̇f Zarar Teorı̇sı̇ Bağlamında Değerlendı̇rı̇lmesı̇, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 21, Sayı: 2, 2019, s.817